22 Mayıs 2009 Cuma

Aşk Çokgenleri.

Aşk... Nedir aşk? Sevginin saplantılı dışa vurumumu? Gözlerinin ondan başka hiç bir şeyi görmemesi mi? Hiç bitmeyeceğini düşünüp sonuna kadar körü körüne bağlı kalmak mı? Yoksa imkansız olduğunu bile bile eksik olan şeyleri katarak kurtarmaya çalışıp mücadele etmek mi?

Eksik olan bir şey? Her ilişkide vardır. Peki ya bu eksik olan başka biriyse? Kararsızlık...

Bir insan aynı anda birden fazla kişiye aşık olabilir mi? Hadi canım olamaz dediğinizi duyar gibiyim... Ya olursa? Bu aşk değildir dersiniz o zamanda. Kararsızlıktır...

Biraz derine inip bakınca neden olmasın ki? Her şey sadece biraz ince düşünmede yatıyor. Nedir ince düşünmek? İnce düşüne düşüne aşkı da incelttik, anlamsızlaştırdık. Şimdi buna üçgenler dörtgenler taksak ne olur ki? Aşk her zaman iki kişi arasında mı olur? Sevgi güzel bir duygu, sevmek... Neden sevginin tamamını bir kişide fokuslayasın ki? Paylaşın sevginizi, sevin herkesi...

Mide bulandırıcı değil mi? Düz mantık bakınca öyle. Sevdiğim kişi sadece beni sevsin bu hayatta, benden başkası olmasın diye bakarız. Ama karşımıza daha farklı biri çıkınca aynı hoşgörüyü göstermeyiz. Soğuruz ve bitmez denilen aşkımızı bir kenara bırakırız. Heyecan vermez bize bu ilişki. İnsanız neticede. Gözümüze daha farklı gelen birini görünce elimizdekini bi çırpıda satabiliriz. Her zaman için bizim olmayan daha çok dikkat çekmez mi? "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş bile demiş atalarımız." :) Aslında bu olay tam olarak böyle değil... Yani şöyle ki. Kimse kimseyle aynı değil. Hepimizin eksiklikleri var. Mükemmel olan kimse yok. Elimizde olan eksiklikleri başkalarında aradığımız için hep çokgenlerin diğer parçaları ilgimizi çekmiştir ve karar verme vaktidir. Ya eskisi ile devam, ya da yenisiyle yeni bir başlangıç. İşte böyle bir zor dönemeçe gelir insan ve kararsızlıklar yeniden baş gösterir.

Ama unuttuğumuz bir şey var. Eskisi insanda yenisi insan değil mi?

Yani bize yeni yeni heyecanlar yaşatan, hiç tatmadığımız duyguları yaşatan kişinin eksiklikleri yok mu? Elbette var. Belki onun eksiklikleri daha bile fazla. Şeçim yaparsan daha mutsuz olmaz mısın? Ya ilerde daha büyük acılar doğurmaz mı bu olay? Çok karışık gözüküyor ama değil. Gelin bırakın aşkı kumar gibi yaşamayı. Kazanmakta var kaybetmekte mantığını çıkarın üstünüzden. Aşk gibi yüce bir duyguyu alçalttık, bari kendimize ve başkalarına acı çektirmeyelim.

Biz aşık olduğumuzu zannediyoruz sadece. Ama aşk değil. Aşkın doğru bir tanımıda yok. Sevmek var.

Sevmek insani bir duygu... Olmazsa eğer dünya dönmeyi reddeder. Hayat denen o karmaşık düzen olmaz. Sevin. Herkesi sevin. Sevgili gibi, dost gibi, sırdaş gibi. Ama karşınızdakinin insan olduğunu ve eksikleri olduğunu unutmadan sevin. Bu eksiklikler karşınıza çıktığında hayal kırıklığı duymaya hakkınız yok! Hayatınızda çokgenlere yer verin... :)

Ama size bir tavsiye. Türkiye gibi bir ülkede yanlış anlaşılabilir bu yazdıklarım. O yüzden siz siz olun. Karda yürüyün izinizi belli etmeyin... :)

Öptüm canlar. Hepinizi seviyorum ve aşk çokgeninde hepinizin bir kenarı var.

XxX

Seyahatname...

Ebett. Bahar yorgunluğu tatilimizi atmak için ufak bir kaçamak yaptık :D Fazla uzağa değil :) Tekirdağ'a doğru :D Ama yinede yolu uzatabildiğimiz kadar uzattık :) Değdi tabi. Neyse çok fazla uzatmadan aklımda kalanlardan üç beş bir şey yazıyim. :)

İlk olarak bi giriş bölümü lazım di mi :) Ehuehe. Şimdi Bir önceki yazımızda neler olmuştu onu hatırlayalım. :) Birlikte gidiceğimiz arkadaşlarım zaten kendileri 2 gündür Çerkezköy'de idiler. Benim Cumartesi günü ek sertifika dersim olduğu için onlara cumartesi akşam katılıcaktım. Cumartesi günü öğlen 12 gibi dersim bitti. Alt kattaki ismi lazım değile yakalanmadan sessizce yukarı çıktım. Amacım üstümü değiştirip, akşamdan hazırladığım çantalarımı alıp kendimi yollara atmaktı. Ama malesef beceremedim. Kapı çaldı ve hassssiktir dedim. Korktuğum başıma gelmişti.

Kadere boyun eğmiş bir şekilde gidip kapıyı açtım. Öylece bana bakıyordu. "Ee, hmm bende tam çıkıyordum" dememe kalmadan içeri daldı. Kadere boyun eğmiştim zaten. Sadece başımdan nasıl atabilirim onu düşünüyordum. Tabi başımdan atamadım orası ayrı bir konu :D Yaklaşık 1-2 saat takıldık kendileriyle. Kendisini başımdan attığımda saat 2:30 tu. Kaldığım şekilde devam edip evden çıkmaya yeltendim ama terden sırılsıklam olmuştum. Bu kadar beklediler bari bi yarım saat daha beklesinler diyip duşa girdim. Hakkatende yarım saat içine, henüz şaçlarımı kurutamama ragmen yola çıkmıştım. Koştura koştura istasyona gidip tren beklemeye koyuldum. Beşiktaşa geldiğimde saat 17:08 di ve ben otogar servisini 8 dakka ile kaçırmıştım. Bir sonraki Çorlu otobüsü saat 7'deydi. O ara arkadaşlar aradı nerde kaldın gelmiyomusun diye. Saat 7'de otobüs bileti aldığımı duyunca hepsi bi triplere girdi. Takmışlar kafalarına bir an önce gidelim diye. Ulan gece niye gidiyoruz sabah erkenden gitsek olmaz mı? Yok nuh diyolar peygamber demiyorlar. 9 gibi ailemin evine varmıştım. 12 de yola çıkmaya niyetlenip 3 bilemedin 4 saatlik yolu 9 saate gitmek de bir başarıydı tabi. Babamdan arabayı alıcaktım ama babam geç oldu yarın gidersiniz dedi ve arabayı vermedi tabi. Bende onlara durumu anlatana kadar epey bi trip yedim. Ama sonunda ertesi sabahın köründe 6'da onları çerkezköyden alıcağıma söz verince ikna oldular (=.

Ertesi sabah 5:30 da kalkıp arabaya atladığım gibi düştüm Çerkezköy yollarına. Yollar bomboştu. Kendi kendime düşündüm, hangi salak bu vakitte sıcacık yatağından kalkıpta yollara düşer diye? :) Cevabı bulmak pek zor olmadı :P Ben işte. Çerkezköy'de arkadaşımın evine varınca Feyyaz ağanın hala uyuduğunu öğrendim ve yatakta üstüne atlamak suretiyle kaldırdım kendisini. "Deli mi mikti olm seni? Ne işin var bu saatte?" demez mi bide :) Ulan sen demedin mi 6 da gel diye :) Neyse Feyyaz Ağa'yıda uyandırdıktan sonra yeniden düştük yollara. Tutturdular kahvaltı edelim die. Dedim az sabredin ilerde Ördekli Göl var orada edelim kahvaltımızı fantazi olur. Dayanamadılar. Bende Çorlu-Tekirdağ yolunda boş bi buğday tarlasına çektim ve orada kahvaltımızı ettik :) Her yerde dura dura. Fotograf çekile çekile kumbağ ayrımına geldik. Dedim sizi Kumbağ'ıda gezdiriyim ve daldık. Sahilde bi kaç tur attıktan sonra oturduk bi limonata içmeye. Epey beğendiler, yalnız ben yük olmasın diye plaj havlumla terliklerimi yoldan alırım diye yanıma almadım diye Kumbağa epey bi döviz bıraktım :D İçime oturdu ne yalan söliyim :D :D
Sonra Kumbağ yolundan sessiz sakin bir köy yolundan gitme kararı aldım. Fantazi yaşıycaz ya, bütün ilginç yollara saparım affetmem :D Zaten bu fantazi korku filmlerinin ana temasıdır bilirsiniz :)
Issız yolda Feyyaz Ağa'ya araba kullanma öğretme sözüm vardı ve direksiyonu verdim kendisine. Tam fiyasko :) (Aman duymasın :D ) Benim uzun uğraşlarım sonucu brinci vitesteyken stop ettiremediğim arabayı nasıl becerdiyse daha kalkar kalkmaz stop ettirdi. Nasıl yaptı daha anlamış değilim. :) Çünkü öyle bi motor koymuşlar ki 1. Viteste ne kadar sert çekersen çek debriyajdan ayağını kodumun arabası stop etmiyor. Ama becerdi yani onuda. :)
Sonra yeter bu kadar eğitim diyip devam ettik yola. Ördekli göl sözüm olduğundan orayada girdik bi çay içelim diye. Adam çayı çaydanlıkla getirdi koydu önümüze. Eyvallah diyip çayımızı içip yine bol bol fotograf çekildik. Adam bir çaydanlık çay getirdi önümüze ve para almamakta ısrar etti. İşte bu yüzden seviyorum trakya insanını :) Sonra oradan ayrıldıktan sonra dağ yoluna çıktık. Yamaç Paraşütü sahasının üstünden geçtik. İsterdim bende yamaç paraşütü yapmak ama sezon açılmadığı için yetkili bulamadık ve devam ettik tabi. Sıcak artık kendini hissettirmeye başlarken Şarköy'e gelmiştik. Hemen denize attık kendimizi. Su soğuk olur diye tahmin ediyordum ama ısınmıştı. Epey bi süre denizde vakit geçirdikten sonra bi duş alalım diye evin yolunu tuttuk. Ama o da ne? Hamam... :D Erkeklere diye yazıyor üzerinde. Dayanamadık ve hamama girdik. Hayatımda ilk kez hamama gittim. Oradada su savaşı yaparak epey bi eğlendik :D Göbek taşında kese attırırken resim bile çekildik nağberr :P

Eve gittik ve mangal yaptık. Arkadaş tutturdu rakıları toprağın altına gömelim çok güzel soğuyor hem doğal diye. Haydaa :D Mangal ateşi yakarken bizde kazma kürekle epey derin bi kuyu açıp rakıları suları gömdük bakalım soğuycak mı diye :D Sonuç ilginçti. Soğumadı tabi :D Fiyasko :P

Yemek faslınıda bitirdikten sonra bi disco, bar club aramak için tekrar çıktık yola. Sert bi yol barikatından arabayı epey yüksek bi suratle atlattırdım. Kim koyduysa o yola o seti =/ Sert bir şekilde araba altını vurdu ve şağ ön tekerleğin orada bir şey kırıldı. Arabanın önü çöktü ve götü havalandı. Çok pis götüm yusufladı. Talihsizlik ancak bu kadar olabilirdi. Araba halen gidiyordu ama şekli şemali gülünçtü. O saatte açık oto sanayi nereden bulucaz ki? Attık kendimizi yollara oto-sanayi bulmak için. 15-20 kilometre arabanın önü çökmüş şekilde gittim. Hız yapmaya korkuyodum ortalama 40 km hızla gittik. Oto-Sanayiler kapanmıştı tabi. Geri dönmeye büzük yemedi. Sahilde arabada uyuyup erken saatte arabayı halletme kararı aldık. Sahile çektiğimizde benim midemle olan sorunum yeniden baş gösterdi. Sinir stres oldumu aynen mideme vuruyor. Ne yediysem içimdekileri çıkarttım. Midem dayanılmaz derecede ağrı verdi. Arkadaşlarında tatili bozulmasın diye çaktırmadım ama zorla hastaneye götürmeye kalktılar. Gitmedim tabi. Gece boyu sinir stres yaptım. Dalgalara karşı onlar uyurken arabada tek başıma oturup düşünüp sigara içtim. Sabah erkenden oto sanayiye gittik ve adam bir bakışta anladı derdini. Tahmin ettiğim gibi ön takım dağılmamış sadece helezon kırmıştı. Adam yattı arabanın altına iki tane vida çıkardı ve gösterdi. Nereden atlattınız bu arabayı diye. Anlattım olanı. Taş gibi taş bişi olmaz istanbula bile gider bu araba dedi biraz düzeldi moralim. Adam kırılmış yerin kulağını söküp kendisi tornada bi parça yapıp taktı ve 20 dakka içine halletti. Tamirci gözümde o kadar büyüdüki. 600-700 tl lik masraf beklerken ben borcumuz ne kadar sorusuna 25 tl at yeter diyince pazarlık yapmadan verdim parayı ve tatilimize kaldığımız yerden devam ettik :)

Tüy gibi hafiflemiştim şimdi eğlence zamanı diyerekten devam ettik tatilimize. Güzel bi tatil geçirdik sözün kısası. Bazı talihsizliklerde olmasa daha iyi olucaktı ama onlarda işin tuzu biberi değil mi? :)
Çektiğimiz fotograflara

http://www.facebook.com/home.php#/album.php?aid=78901&id=642930348

Bağlantısından ulaşabilirsiniz =) Bahar yorgunluğunu atlattık. Şimdi sırada finaller var. Haydi allah kolaylık versin :D

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bahar Yorgunluğu Tatili...

Evet Bahar yorgunluğu. Ne beter bir şeymiş bu bahar yorgunluğu. Ciddi şekilde hissettiriyor kendini. Kışın bitmesiyle beraber baş gösteren bu hastalık her yerde olduğu gibi biz öğrencilerinde ebesine tersten atlıyor. Bugün üstüste 4 saatlik matematik dersinin 3 saatini uyuyarak geçirdim. Uyandığımda sağ bacağımı, sağ kolumu ve alnımın tam orta noktasını hissetmiyordum uyuşukluktan. :D Sonra arkadaşlarla bu bahar yorgunluğu üzerine baya derin bir tartıştık. Artık hiç bir şey umurumuzda değildi. Tatil planları havada uçuyordu. :) Havaların ısınmasıyla ve de haftasonuna resmi tatil olayının eklenmesiyle herkesin bir planı türedi durdu...

Bizim zaten aylar öncesinden bu hafta için planımız vardı. Ev arkadaşlarımdan biri ve yakın bir arkadaş hep birlikte yazlığa gidicektik. Aylar aylar önce kararlaştırmıştık. Öyle ki her ne olursa olsun bu plana engel olamıyacaktı. Bir takım pürüzler çıkmadı desem yalan olur. Bunlardan ilki stcw krizi oldu. (Standards of Training and Certification of Watchkeepers) Cuma ve Cumartesi gününe eklenen 15 saatlik "Proficiency in Survival Craft and Rescue Boats" dersi herşeyin içine etti.
Bu ders için son grup olduğumuzdan başka bir grupla girme şansımda yok! Yazlığa gidicek olan arkadaşlarım bu derse daha önceden girdikleri için bir sorunları yok. :) Hatta onlar şimdiden gittiler bile. Arkadaşlarımdan biri Adana'ya, diğeri Yalova'ya, Birlikte tatile gidiceğimiz arkadaşta Dayısının yanına doğru yola çıktı. Bide işim yokmuş gibi Cumartesi ders çıkışı alıcam onu. Her neyse tek kaldım evde. Millet ne güzel erkenden Bahar Yorgunluğu Tatiline çıktı. Bende acı vericek bir şekilde tek başıma iki gün üstüste derslerimi bekliyorum. Geçmez bu iki gün.

Ama pozitif düşünmek şart canlar. :) Babamdan arabayı almışım. Dostlarımla birlikte eğlencenin dibine vurmaya gidiyoruz! Akşamüstü yazlığın bahçesinde denize karşı mangalda balıklar cızırdarken rakı. Off... İşte bu düşüncelerle koskoca iki gün geçer mi?

Birde bi ton projem var tamamlamam gereken... Gemi Makineleri dersi için Buzluk Kompresörleri ayrıyeten yine aynı ders için 2 tane proje! (unutuyodum onları az daha :D), Foundation için bir adet assignment, Teknik Resimden iki adet çizim ve eli kulağında bugün mail adresime gelicek autocad ödevi...

Neyse. Ben susuyim en iyisi (= Bari şu projeleri tamamlamaya çalışıyimde onlar çıksın aradan... Belki bu tür işlerle uğraşırssam bu iki gün daha çabuk geçer ha ne dersiniz? =) Hatta belki iyi bir çocuk olursam şirinleri bile görürüm. :P

Bahar Yorgunluğunu Hastalığınızı En Sorunsuz Şekilde Atlatmanızı Temenni Eder. İyi Günler Dilerim... =)

5 Mayıs 2009 Salı

Zaman Kötü...

Evet canlar. Zaman oldukça kötü. Bu devirde hasta bile olmuyacaksın, bunu anladım ben bugün. :) Bir kaç gündür fena halde bi bademcik şişmesi problemi yaşıyordum. Buna bağlı olarak sürekli ateşim falan çıkıyodu en çıkmaması gereken anlarda. Çok sinir bozucu aslında, 2 senedir adam gibi hasta olamıyordum, oldum şimdi rahatladım. :P

Her neyse bugün yine ateşim epey bi fırladı tam dersin ortasında. Planlarım vardı, olmadı. Arkadaşların zoruyla yine o ilaç kokulu okulun revirine gittim. Bu aralar kendisiyle pek fazla samimi olduk (= Rahatsız bir insan olduğum için çok çok ziyaret ediyorum da kendisini :D Geçen sefer elimde olan derin kesikten ötürü. Bu seferde ateşli hastalıktan dolayı. İyi adam hoş adam ama her zaman çözüm olarak çok ağır şeyler öneriyor. Geçen sefer elimde ki bir sıyrık için dikiş önermişti ama ben o hafta sınav haftası olduğu için ve dikişlerden dolayı sağ elimi kullanamayacağım için reddetmiştim. Sonra keşke diktirseydim dedim. Kapanana kadar kaç kere kanadı haddi hesabı yok. Bu seferkinde sadece bademciklerin şişmiş buna bağlı olarakta enfeksiyon kapmıssın ve ateşim çıkmış dedi. Önemli bir işim var acil iyileşmem lazım dedim ve antibiyotik iğne yapmayı önerdi...

Geçen sefer sözünü dinlemediğim için pişman olmuştum. İğne yani nolcak ki? Yapın bari dedim. İlacını enjektörünü serumunu hazırlarken geç uzan dedi. "ha, ne,hö?" diye kaldım tabi :) Bende kolumdan yapıcak sanıyorum saf gibi :D Daha önce bir sürü penisilin ve değişik değişik antibiyotikleri kalçadan yiyen ben bir an masum masum koldan olucağım gibi bi izlenime kapılmıştım :D Okul psikolojisinden olsa gerek. Her neyse diyicek ne var ki. Tıpta utanma olmaz di mi. Her ne kadar okulumuzun revirinde görevli -aslen ürolog olan doktor- bizim ilk yardım derslerimize giren ve her pazartesi sabahları yüzyüze geldiğimiz doktor olsa bile pantolonumu sıyırıp uzanmak durumunda kaldım. :) Ürologtu yani... Daha neler neler görmüştür. :) Benim makatımamı kaldı diye düşünüp kendi kendime bi hallere girdim. :)

"Sıkma kendini azcık yakcak dedi." Sıkmamasımı kalmış ulan! Ben nasıl hallere girdim haberin var mı? :) Her neyse iğnemide oldum. Sen biraz uyu istersen uyandığında kendine gelirsin dedi. O iğneyi yedikten sonra uyuyabileceğimi sanmıyodum ama ben uyumuşum. (: Uyandığımda kendime gayet iyi hissediyordum. Amma... Oturma problemi yaşıyordum canlar :) Gerçekten çok fazla yakıyordu. O halde derse girdim can sıkıntısından ve arkadaşlarımın benle dalga geçmesine müsamaha gösterdim. :)

Herşey aklıma gelirdide bir gün böyle bir olayla karşılaşıcağım hayatta aklıma gelmezdi. :) Hocalara götümüzüde gösterdik... Bakalım daha neler olcak :P