30 Aralık 2009 Çarşamba

Beyin Hamallığı


Bi arkadaşla konuşurken aklıma geldi bu konu aslında. Konu tam olarak şöyle "sen neden Turkcell kullanmıyorsun ki?" diye bir soru sordu. Bende ona vakti zamanında Turkcell kullandığımı baya uzun bir zaman ve ekonomimi kötü etkilediğini aveanın daha cazip geldiğini falan anlattım. O da olur mu öyle şey ya şu an çok avantajlı diye epey bi Turkcell'in reklamını yaptı. Ama benim dilim o kadar yandı ki Turkcell'den miken geçmem. Her neyse bende diğer bahane olarak ben telefon numaralarını çok zor ezberlerim. Nerden baksan 4 senedir avea kullandığımı ve daha numaramı tam olarak yeni ezberlediğimi falan anlattım. O ne yaptı peki? Kendi numara hafızasını övdü durdu. Nasıl baydı nasıl baydı anlatamam. Her neyse geyik yapmıyim...

Bende ona zamanında numaraları çok çabuk ezberlediğimi ama artık yaşlandığıma dair şeyler geveledim. Yemedi tabi. Tabiii tabi diye karşılık verdi. Bunun üzerine numara ezberleme hamallıktan başka bir şey değildir mottosunun arkasına sığındım...

Ama öyle değil midir ki? Numara ezberlemek nedir ya? Eskide kaldı artık o olay. Eskiden zordu hayat. Teknoloji böyle gelişmemişti, cep telefonları bu kadar yaygın falan değildi. Hatta baya eskiye gidersek yoktu bile. Herkes hayatta kalmak için ezberlemek zorundaydı numaraları. Telefon kulubeleri vardı eskiden. Ezberleyemeyenler ise yanlarında küçük küçük defterler taşırlardı. Nasıl bir irite edici bir görüntüdür o küçük küçük rehberlerin içinden bakınıp bir yerleri aramak? Bunu göze alamayanlar karizma yapmak için ezberlerdi tüm numaraları. Beynimiz gerekli gereksiz kişicanların numaraları ile dolup taşardı. Hatta eski insanların kafalarının yeni nesil şeyleri almayışının nedenide budur bana göre. Nasıl yani mi diyeceksiniz? Eski insanlar kafalarına gerekli gereksiz bilgileri yükleyerek bilgi hamallığı yapmış durmuş. Şimdi sen ona yeni sistemi öğretmeye kalktıkça onlar kafalarında olan gereksiz numaralardan ötürü yeni bilgileri kavrayamıyorlar yeaa.

Şimdi öle mi anasını satim? Telefon rehberi denen bir şey var olmadı memory stickler var böle miniminicik. Milyarlarca telefon numarası sığar içine. Kaydet kaydet dur. Hem telefon rehberi yerine ben hala ezberden arıycam diyip inatla numara çevirmeye çalışırsan gülmezler mi ulan sana? -Aaa şuna bak teknoloji cahili numara çeviriyor hala demezler mi?

Derler Ajan derler. Her şeyi derler. Hal böyle iken ciddi ciddi numara ezberlemek harbi hamallık be hacı*. hem ne halt yemeye ezberliyorsan. Değişicek o değişicek. Telefon numarası almak iptal etmek o kadar kolay ki şimdilerde anasını satim. Herkes kafasına göre bir o operatöre bir bu operatöre geçiyor çocukların eline düştü bu olay. Cıkcıkcık bilinçli olalım olduralım. Sık sık numara değiştirip ulaşmak isteyenlerin tav olmasına müsamaaa göstermeyelim.

*Bunada tavımdır he. Bir seslenme nidası olarak: Hacı!

**Hacı'yı geçtim ajan ne lan. Bi de abartıp acan diyenler var.

8 Aralık 2009 Salı

Derste Uyumak

Günlerdir uykusuzum. Deli oluyorum resmen.

Bir kaç gündür elimde olmayan sebeplerden ötürü çok geç saatlerde yatıp ertesi gün yine elimde olmayan nedenlerden ötürü erken saatte kalkıyorum. iki günde toplasan 4 saat ya uyumuşumdur ya uyumamışımdır. Derdim ne, ne kalkıyorum sabahın köründede gidiyorum derse di mi? Bende sordum bunu kendi kendime. Sınav haftasının bitmesine rağmen, ufak çaplı derslerin ufak çaplı vizeleri boş bir günün erken saatlerinde, (kargacıklar bokcağazlarını yemeden) icra ettirildiğinden seve seve kalkmak zorunda kalıyorum böyle. Hazır kalkmışım deyip vizeye girip evede gitmeyip derse giriyorum. Hal böyle olurken uyumakta kaçınılmaz tabi.

Bugün hayatımda uyumadığym kadar uyudum derste. Daha önce hiç bu kadar ders anlatılırken uyumamıştım. Hatta ders anlatılırken ışıklar kapansın rahat uyuyim diye tartıştım bile bazı arkadaşlarla. O derece.

Her neyse ders anlatılıyor ve ben yavaş yavaş geçiyorum kendimden. İki dünya arasında sıkışıp kalmak gibi bir histi sayın seyirciler! Mışıl mışıl uyuyorum farkındayım. Ama diğer yandan dersi dinliyorum. Yok artık demeyin. Bizzat başıma geldi. Kafamda hocanın söyledikleri canlanıyor. Trim'ler List'ler resmen bilinçaltımda yaşıyorum dersi. 4 saatlik Ship Construction dersinin 3 saatini uyuyarak geçirdim. Diğer dersdede uyurdum bıraksalar ama hoca herkese o günü özetleyen bir soru kağıdı verdi. O derste çözülüp değerlendirme için teslim edilmesi gereken.

Mecbur kalktım tabi, hiç umudum yok ama, zerre dinlememişim dersi. Boş vericem diye düşünürken bi baktım terimler, formüller aşırı tanıdık geliyor. Başladım tek başıma çözmeye. Kendimi kasıp ne olduğunu hatırlamaya çalışıyorum fena konsantre olmuşum. Hocanın dikkatini çekti bu durum. Geldi başımda dikildi ve kağıdıma bakıyor. Bende ona baktım, kaşları çatılmış bir vaziyette kesiyor kağıdımı...

-E sen 3 saat boyunca uyudun dersimde nasıl çözüyorsun bunu? Bu hafta anlattım çözümünü.
- Derse gelmeden mi çalıştın?
- Hayır, ama sanırım uyurken dinlemişim sizi (O nasıl bişi lan öle?)
-Hmmm. İlginç

dedi ve gitti. Uyumadım desem rüya bile gördüm. Hem uyudum hem ders dinledim yani. Çok garip bir tecrübe oldu benim için paylaşıyim dedim :)

26 Kasım 2009 Perşembe

Bayram Günü Kucaklaması

Kulağa ne güzel geliyor bayram lafı he mi kurban?

Bayram demek dert demek benim için, bir sürü misafir gelsin, sen git bir sürü yere misafirliğe. Gerçekten çok sinir bozucu. Eskiden para verilirdi ne güzel şimdi eşşek kadar olduk diye kimse parada vermiyor. Asıl şimdi paraya ihtiyacım var ulan. Parayı ne yapsın el kadar bebe. Gider maytap kızkaçıran falan alır havaya atar parayı.

Neyse bunlar çok sosyal meseleler, yine sinirlerim zıpladı. Bayram'ın en sevdiğim yanı tatil olması diyicektim ama bu sene o da adam gibi nüksetmeyecek anlaşılan, Bayramdan önceki haftadan bugüne kadar vize sınavlarım vardı. Sonuncusu bugün bitti. Geneline bakıcak olursak güzel sayılırdı. Herkesin abarttığı Gemi İnşaa'dan zorlanmadan geçerim gibi geliyor. Gemi yardımcı makineleri zaten açıklandı, 80'le geçtim. Dizel Makineleri sakat. Allah verede Re-sit'e kalmasam. Makine Operasyonlarıda iyi gibiydi sanki be. Yok yok iyiydi iyi.

Dinamik... O nasıl bir ters köşeydi öyle? Nasıl oluyorda öğrenci milletini bu kadar iyi tanıyorsun? Nerden bildin öğrencilerin zor problemlere çalışıp kolaylarını es geçiceğini. Nasıl bu kadar iyi görebildin eli. Poker oynadık resmen ve geçip kalmak tamamen sanşa kaldı. Ulan sorsana sürtünmeli, yaylı, kinematikli, açılı, potansiyelli, dünyanın en kastırışlı sorunu. Ulan yemedik içmedik kaç gündür o sorunun nasıl çözüldüğünü öğrenmek için hayatlarımızdan feda ettik. Sen hangi akla hizmet o soru yerine kolay diye formlüne bile bakmadığımız işli güçlü soru sorarsın? Allah'tan revamıdır bu? Bide o nasıl bir savunma öyle kolay sordum yaranılmıyor sizede. E sorsana biz o kolaylara çalıştık mı? Zor sorsana sen bize yaparız o zorları.

Elektro Teknik. Geçtim, daha doğrusu aynı sınıflarda girdiğimiz arkadaşların tümü birden geçti. (= Aslında hikayesi biraz garip ama epey komik. Sınavı epey bi kastırışlı olarak hazırlamış hoca saolsun. Çok ağır bir ingilizce terminoloji, ama test. Bir kişi yapsa yeter. Öylede oldu zaten a grubunun cevaplarını ben yaptım, b grubununkileride başka bir arkadaş ve tüm sınıfa yaydık cevapları. Bir kaç gün sonra hoca ile konuşuyoruz;

-Hocam okudunuz mu sınavları nasıl kalan filan var mı?
-Evet okudum, kalan filan yok sanırım sizin kısımda olanların hepsi sınav öncesi birlikte çalışmış!
-Nasıl yani hocam?
-Yani şöyle ki evladım sizin kısımdan gelen kağıtlarda elimde yalnızca iki not var. 'A' Grubu olanlar 75, 'B' Grubu olanlar 70.
-!?!.. :)

Bu güne kadar herşey güzeldi ama Bugün ki sınav pek o kadar güzel olmadı. Abdüş dediğini yaptı ve hepimizi kucağa alıp iyi bir bayram hediyesi verdi.

Zannedersin ki bu kadar sınava girdikten sonra iyi bir tatil yapıp dinlenicem? Yooook, nerdeeee. Bayramdan sonraki olan sınavlara çalışıyor olucam büyük ihtimal. :|

Haydin hepinize iyi bayramlar...

27 Ekim 2009 Salı

Olaylara Fransız

Bugün farklı bir amaç için kullanıcam blogumu. Bölümden bir arkadaşın incelemesini yapıcam.

Genel olarak bakınca senin benim gibi bir insanoğlu ama onu farklı bir yaşam formu olarak gösteren bir ilginç özelliği var. Bu da şu ki, hiç bir ana dili olmaması. İlginç bir yaşam formu diye söylemiştim. İlk duyduğumda epey bir şaşırmıştım bu duruma ama biraz muhabbet kurmaya çalışınca olayın cidden çok vahim olduğunu gördüm.

Bu arkadaş ailevi nedenlerden dolayı Almanya'da doğmak zorunda kalmış. 3 Yaşına kadarda orada yetişmiş falan. Sonra annesi bir haber alma şirketinde çalıştığından dolayı Fransaya yerleşmişler. En uzun kaldığı yerde burası bu arkadaşın. Fransız olarak yetişmiş. 11 Yaşına kadar. Daha sonraları ise Türkiye'ye kesin dönüş yapmış. Hadi ilk zamanlar zorlanıyor falan desek kaç sene Türkiyede kalmış di mi yani? Öğrenmesi gerekirdi.

Neyse bizim okulda eğitim ingilizce ve çok zorlu bir Hazırlık eğitimine tabi kaldıktan onra dersler ingilizce olarak işleniyor. 1 Senede ingilizce eğitimi aldı. Normal olarak bakıldığı zaman bu arkadaşın bir kaç dili ana dili gibi bilmesi lazım. Almanca, Fransızca, Türkçe ve İngilizce. Hadi İngilizce'yi geçtim adam Türkçeyi anlamakta epey bir zorlanıyor. Almanca ve Fransızca'yıda unuttum, o zamanlar çocuktum diyor. E peki Çok sevgili Fransız kardeşim. biz seninle nasıl anlaşıcağız? Yani hangi dili kullanıyorsun sen anlaşmak için. Almanca bilmezsin, Fransızca konuşamazsın. Bizle arkadaş olana kadar Türkçe konusundada zorlanıyordun? Şimdi yine üç beş kelime anlıyorsun. E sen konuşmadan mı yaşadın yıllar yılı?

19 Ekim 2009 Pazartesi

Bir Bloğum Olduğunu Hatırladım.

Uzun zamandır bir şeyler karalamıyordum. Yazıcak şeylerimin olmamasından ötürü değil. Unuttuğum için. Erken yaşta bunuyor muyum ne?

Son günlerde zaten kafam oldukça dalgın. Ne yaptığımı bile unutuyorum. Kafam gelip gelip gidiyor. Dersler bir başladı pir başladı üstüne üstlük. Bu yoğunluk içinde ciddi ciddi kendime vakit ayırıcak zamanım bile kalmadı. Ama burayı hatırladığım iyi oldu. Yazar yazar beynimde olan anıları girerim.

İyi bir şey lan aslında şu blog olayı. Ne biliyim geriye dönüp baktığında cümlelerin arasına gizlediğin gizli anlamları bulup, kendi geçmiş ruh halindeki çıkmazları falan görüyorsun. Her bünyeye gerekli bir olay esasında...

Neyse benim şu beynime bir çözüm bulmam lazım. Bu yaşta alzaymır hastalığına yakalanmak kötü. Geçen bir derste farkettim bu olayı...

Derste bir hoca bilinmesi oldukça güç bir terminolojiden ingilizce kelime söyledi anlamını bilen var mı diye. Ben Türkçe ne anlama geldiğini söyledim. Hoca onayladıktan sonra arkadaşlar bir yerlere not aldılar. Çok değil aradan bir kaç dakka geçtikten sonra ben yanımdaki arkadaşa dönüp, ya şunun anlamı neydi diye sordum. Yüzüme ablak ablak baktı ve "Olum dalga mı geçiyorsun, iki dakka önce sen söylemiştin anlamını herkese?" dedi. Söyle işte unuttum ben diyince daha bir acıma belirtisi göstererek baktı ve söyledi. Oturup biraz düşününce gelip giden bir şeylerin olduğu kesin beynimde. Boşaltmak lazım bir şeyleri kafadan. Ağır geliyor artık çok...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Köprüden Önce Son Çıkış

Hayatta bu değil midir zaten? Bir yolda bir yerlere gitmeye çabalıyoruz. Hangi yöne gideceğimize karar verende biziz, hangi yoldan gideceğimizede... Kararlarımıza göre yollar bölünüyor, uzuyor/kısalıyor, karmaşıklaşıyor. Gün geliyor karanlık ve tenha bir yoldan geçiyoruz. Başka bir gün yol ışıklarıyla güzelce aydınlatılmış ferah bir yol...

İşte bunlara karar verenler bizleriz. Hangi yola gireceğimiz tamamen bizi ilgilendiriyor. Birileri zorlamıyor bizi buradan git diye. Hem zorlasa bile karar yine senin alternatifin var değil mi?

Bir de işin şu boyutu var. Girdikten sonra bir yola bir daha çıkamamak. O yoldan başka bir ayrıma kadar devam etmek. İşte tehlikeli olan kısım bu. Geri dönememek yada geri dönecek bir nokta bulduğunda her şey için çok geç olması.

O yüzdendir ki yollarda ki tabelalara yazarlar "Ücretli Geçişten Önce Son Çıkış" vari yazılar. Orada uyarı vardır. Tabelalar her daim yol gösterir. Ne yapıcağına karar verip ona göre o yola girersin yada girmezsin...

Ama hayat böyle mi? Herhangi bir imge var mı yolumuzu kısaltıcak güzelleştirecek? Kararları yardımcı olucak şeyler olmadan kendi başımıza veriyoruz... İşte bende tam o durumdayım.

Öyle bir yol ayrımı var ki önümde... Biliyorum girecek olsam bu yola bir daha çıkamıycam. Şu anda kendimi o malum tabelanın olması gereken yerde durup düşündüğümü zannediyorum ne yapsam diye...

Peki ya çoktan o dönülmez yola girdiysem?


:)

27 Ağustos 2009 Perşembe

Havalara Uçuyorum Hoppidi

Evet canlar, bir kaç gün öncesine kadar çok kötü durumdaydım resmen. İçimde öyle bir ağırlık vardı ki. Resmen kendimi taşıyamıyordum. O derece...

Nedeni mi? Okul...

Okulda burslu bir öğrenciyim ben efenim ve okul bu verilen bursları kafasına göre kesmek için yer arıyor. Her hangi bir disiplin şuçu, ne biliyim devamsızlık ve başarısızlık...

Bu başarısızlık konusunda tek dersle sınırdaydım. Yani şöyleki. Kaldığım dersin üstüne bir dersten daha kalırsam bursum kesilecekti... O malum sınavada girdim. İyi mi geçti kötümü geçti farkında bile değildim. Son sınav olduğu içinde sonucu asılmadı veya duyurulmadı. Belkide duyurdularda ben Staja çıktığım için bakamadım. Neyse, ben bu içimdeki ağırlıkla gemiye çıktım. Hep aklım burslardaydı. Ya kesildiyse?

Ama gemide ki ortamın güzelliği o kadar iyiydi ki aklımı okul dertlerinden aldı götürdü. 1 Ay boyunca gemide olduğum süre boyunca bir kez bile düşünmedim. Ama ne zaman karaya ayak bassam bu düşünce beni benden alıyordu tekrardan.

Veee geçen gün. Korkularımla yüzleşme zamanı geldi. Tamda gemiden ineceğim gün babam aradı. Okul için banka sözleşmesini yapmaya gidiyorum, haberin olsun diye.

İyi peki diyebildim sadece. O gün benim kara günümdü. Hem gerçekle yüzleşicektim, hemde tutunacak son dalımı kesmek üzereydim...

Bir kaç saat sonra babam aradı. İşlemleri hallettim diye. Sesi gayet normal geliyordu. Sinirli değildi. Bir şekilde çaktırmadan bu burs mevzusunu sormam lazımdı...

-Bir sorun çıktı mı baba, kayıt yenilerken?
-Yoo, ne sorunu çıkacaktı ki?
-Hmm, peki tamam. Burslarda bir değişme var mı?
-Nasıl bir değişiklik? (Şüpheci bir hal almaya başladı aman dikkat)
-Ne biliyim, bursları arttırıcaz diyorlardı. Var mı herangi bir artma?
-Yok, aynı bi değişiklik yok. Geçen seneki gibi...

İşteeeeeeee. Ne kastırıyorsun be baba :D Diyiceğin buydu işte. :D Şimdi ben havalara uçmazmıyım :D

-Vay şerefsizler vay. O kadarda arttırıcaz diyorlardı bursu (:D)
-Yok evladım arttırma falan. Hadi görüşürüz.
-Hadi baş baş.

Ve işte havalara uçmamın kısa diyalogu. Bu demek oluyor ki son dersten kalmamışım. Bir günde iki iyi haber. :) Ölücek miyim ne? :D

Uzun bir aradan sonra bir şeyler yazmakta güzelmiş :)

12 Temmuz 2009 Pazar

Tavşan Adası

Tatil başladı canlar. Ne tatil ama pehh. Sınavlar biter bitmez yatar dinlenirim bi kaç ay da uyanmam diye ümit ediyordum... Olmadı malesef. Hangi planım tutmuş ki hem benim :)

Sınavların bittiği günün ertesi günü babam sanki kokusunu aldı ve yaptı yapacağını. 2 Günüm yollarda geçti desem yeridir. Bir günümüde direksiyon sallayarak geçirdim zaten ama neyse. Bundan sonra 2 yıl boyunca arabaya elimi sürmem. O derece bıkkınlık geldi artık.

Babamın şirket arabalarını şehir dışına satıcağı tuttu. Arabalardan birini alan adam ben gelip alamıyorum siz getirebilir misiniz diye rica etmiş. Babamda çok insaniyetli ya. (Yada köle niyetine kullanabileceği bir oğlu var.) Olur demiş. Bir cumartesi sabahı beni aradı. Ülkü abin geliyor evine. Arabayı vericek sana sende götürürsün Denizli'ye. Nereye nereye? Türkiye'nin öbür ucu lan ora nasıl gidicem ben diye geçiriyodum içimden ki o ara dura dura, mola vere vere gidersin diye ekledi.

Ya Allah rızası için birisi beni evlat edinsin. Kurtarsın beni bu hayattan. Ailemi kesmeye hazırım ben. (:P)

Şeriatin kestiği parmak acımaz, emir büyük yerden diyerek çıktık yollara. İçimden sövüyorum tabi. İçimden sövmeklede kalmadım arabanın anasını ağlattım. :) Normal koşullarda yapamıyacağım hız denemelerine girdim. Ne cesaret bendekide. :) Normalde 12 saatlik yolu 10 yada yarım saat fazlasına geldim :) Ee olsun o kadar. 150-160'dan aşşağısını görmedi kadran. İntikam aldım resmen. Niahaha. Aman babam görmesin. :P

Tabi bu kadar hızlı gidip başımıza iş gelmemeside mümkün olmayan bir şey değil mi canlar. Kütahya yolunda gaza köklemiş gayette dalmış bir halde giderken, tepe lambaları yanan bir araç görmemle kendime geldim ve çektim gazdan ayağımı. Kokruğum başıma geldi. Polis... Aha kesin radara girdik diye düşüncelerle çektim kenara. Polis abey camı aç işareti yaptı. Açtım bende.

-Hayırdır genç? Gaz pedalına kütük koydunda bizi görünce kaldırdın mı kütüğü. Yavaşladın epey.
-Yok abicim ya ne hızı normal seyrimde gidiyoduydum ben. (Dilim damağıma yapıştı ulan)
-Korkma korkma. Trafikçi değiliz biz. GBT Yapiciydük. Kimlik versen yeterli.
-Ha abicim öle desene ya.
Ehliyeti hazırlamıştım zaten verdim gitti kontrol etmeye. Geldi sonra verdi bana kimliği;
-Al ama yavaş git ilerde radar var haa. dedi.

Ondan sonra bi süre 80'in üstüne çıkmadım şerefsizim :P

Neyse. Saat gece yarısı olucakkene ben hedefime geldim. Sinirden midir nedir hiç yorulmadım gibi geldi bana. Sanki bi bu kadar daha yol gidebilirdim. Ulan borumu, 10 saat! Dile kolay. Daha önce hayatımda bu kadar yol katetmemiştim. Arabayı alan adamla buluştuk. İşlemleri babamla halletmişler. Teslim ettim arabayı. Çok ısrar etti o kadar yol geldin gel bi gece misafir edelim seni diye. Tanımadığım adam. Yok abi sen beni yeni arabanla otogara bırak son otobüsle ben geri dönüyim. İşlerim var İstanbul'da sizide rahatsız etmiyim diyerekten adamın misafirperverliğini bertaraf ettim. Boş otobüs bulmakta sorun yaşıyorduk. Ama son anda arkalardan bir boşluk bulduk. Otobüse binip koltuğa oturur oturmaz gözler gitti benim. Uyumuşum :D Pek rahat bir uyku değildi. Yolculuklarda uyumayı pek sevmem. Sürekli uyanıp durdum ama o yorgunluğun üstüne çok güzel gitti. Gözlerim aktı durdu yorgunluktan. Gözkapaklarım birbirine yapıştı sabaha karşı. Ne çektim açana kadar. Normalde Ataşehir'de inmem gerekiyordu. Ama uyanamadığım için gözlerimi Otogarda açtım. Muavin kaldırıyo. Abi kalk kalk. Son durağa geldik diye. Ulan fırçalardım ben sizi Ataşehir'de uyandırmadınız diye ama. Dua edin geçmiş güzel günlerimiz var sizin şirketinizle.

Otogar'dan Tuzla'ya dönmekte gözümde çok büyüdü beaa. Baktım sabahın ilk Çorlu otobüsleri. Ulan dedim. Tuzla'ya gidene kadar Çorlu'ya gidiyim. Çorlu daha yakın hem rahat rahat uykuma kaldığım yerden giderim diye düşündüm. Bi bilette Çorluya aldım ve babamada telefon açtım al beni çorlu otogardan şu saatte diye. Yine uyumama baktım. Çorluya gelinceye kadar. Babam aldı babamın arabasındada uyudum. Beş kat merdivenleri çıkarken bile uyuyordum. Anneme bi sarılıp direk yatak odasına geçip üstümle başımla yattım. O neydi ulan. Hayatımda bu kadar uyumaktan orgazm olucak kadar tad aldığım anlar yaşamamıştım.

Şimdi başlık ne alaka di mi :P Tavşan Adası yani. O benim babama nefretimin azalmasını sağlayan bir etken sadece. :) Babam işyerinden kafa dengi arkadaşlarıyla. Yine iş yerinin (Karayolları) Otoyolun kenarında gizli bir adayı adam etmişler. Yeşertmişler. ağaç dikmişler. Bostanlık falan filan. Bi de iki tane tavşan alıp atmışlar. Bide tavşan gibi üremek deyimi var. Üremişlerde üremişler. 2 ayda 2 tavşan 40'ın üstünde tavşan olmuş. Hayatımda bu kadar tavşanı bir arada görmedim. Ama o kadar sevimlilerdi ki tüm kızgınlığım geçti. Elimden buğday falan yedirdim. Elimi gıdıklamaları falan. Olaganüstüydü yani :D

Bi kaç resim varda laptopum yanımda olmadığı için ve bu bilgisayarımda bluetoothum olmadığı için resimleri sonra eklerim. :)

Bi kaç gün ailemin yanındayım. Sonrası Allah kerim. :)

Haydi öptüm sağlıcakla kalın.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Kaçışlardayız

Bir sınav haftası daha.

3.5 günde toplamda 10 saat bile uyuyamamış haldeyim. Ders aşkıyla doluyum taşıyorum. Kulaklarımdan akıyor o derece. :P Annem bu halimi görse ağlardı yeminle. :D

Neyse, konumuz bu değil :) Eğer eski yazılarımı okuduysanız öğrenci evimizin sınav haftalarında bir ders çalışma üssü olarak kullanıldığı gerçeğine vakıfsınızdır zaten. :) Ama onlarca kişiyi bir evde olmasından bıkkınlık geldi evcek. Bu sefer kimseyi almıyoruz eve. Deyim tam anlamında yerindeyse kaçıyoruz.

İlk gün; Ders çalışmaya başladık aradan zaman geçti... veee malum ses duyulur. Zil sesi :) Evde ki herkesibir telaş aldı. Herkes telefonlara sarılıp sesini kıstı ve delikten ışık görülmesin diye ışık söndürüldü. Açmadık kapıyı :) Israrla çalındı kapı ama umrumuzda değil tabi :) O şekilde atlattık ilk günü.

İkinci Gün; Telefonlar susmak bilmedi sürekli birileri arıyor. Herkesin bahanesi hazır. Herkes bir yer sallıyor. Beni aradıklarında ki diyalog şöyle;

-Kanka naber nasılsın?
-Çok iyiyim kanka sen nasılsın?
-Eyvallah saol bende iyiyim, ya ne diycem sana nerdesin sen şu an tam olarak?
-Caddedeyim kanka arkadaşım var yanında bi cafede oturuyoruz. Hayırdır ne oldu?
-Hadi ya... Gitmiycekmisin kanka eve?
-Yok ya zanetmiyorum, gitmem heralde ne oldu ki?
-Ee olum ders çalışmıycak mıyız?
-Salla dersi boşver ya bak dalgana.
-Olum şaçmalama çalış ders ya... Kalıcan yoksa.
-Bakarız. Hadi kanka arkadaşım bekliyo görüşürüz
-Peki hadi iyi eglenceler.
-Saol (Telefon kapanır) İbneye bak aq normalde ne arar ne sorar işi düşünce arıyor göt herif :D
denir ve ders çalışmaya geri dönülür. :D

Üçüncü Gün, aynı zamanda ilk sınav günü;
İlk sınava girilir ve çıkılır. İkinci sınavı beklerken kimseyle yüz göz olunmaz. Diyalog kurulmasına izin verilmez. Sürekli eve gelme ihtimali olan arkadaşların yanından kaçılır. İkinci sınavada girilir ve sınav çıkışı konuşma fırsatı bulunmasın diye ya kağıdı ilk verip sınav bitirilir. Ama benim ikinci sınavda kağıdım ilk bitmedi. Baktım tehlikelilerden birisi bana doğru bakıyor hadi oğlum bitir senle bişi konuşacam edası var gözlerinde :) Yok kanka benim daha işim var sen çık denir yine gözlerle. Mecbr bekliycez sınav sonuna kadar.
Kurtuldum zannedilir ama o da ne Tehlikelilerden bir başka biri çevirmiş arkadaşı hemen bir süvariler yetişti edasıyla olaya müdahaleye gidilir. vee diyalog? :D

Olaydaki kişiler B: Ben. T: Tehlikeli Kişi. E: Ev arkadaşım.

T: Kanka statik çalışacakmısınız ya?
E: Bilmem. (der ve bana bakar)
B: Çalışıcaz kanka tabi ya, çalışmadan olmaz.
T: Benimde çalışmam lazım... Birlikte çalışalım mı?
B: Olur çalışalım gel sende bize o zaman
T: (Sevinir) Kaçta geliyim kanka?
B: "E" Olum senin manita kaçta gelicekti?
E: 3'te gelicek.
B: Hmmm. O da tam gelicek vakti buldu ya sınav haftası...
E: Ne yapsın olm. Öss'ye hazırlanıyordu kız... Anca vakit buluyor.
T: Sizde mi kalıcak kanka kız arkadaşın_
E: Evet kanka.
T: Hmm. O zaman ben gelmiyim yaa.
B: Valla kusura bakma kanka durum böyle. Ama ben sana msnde söylerim çalışıcağın yerleri.
T: Önemli değil kanka ya, napalım kısmet değilmiş. Saol yinede.
B: Ne demek canım benim. :)

Tehlikeli kişi gider veeee.

E: Ulan bende bi an gerçekten çağırıyosun sanmıştım :) Küfür edicektim sana :D
B: Yok lan malmıyım :D
E: Harbi diyorum iyi yazdın ama :D :D
B: Tabe yaa :D

3 Gündür kaçıyoruz. Ev sessiz sakin. Kafamıza göre çalışıyoruz. :) Bakalım önümüzde ki günlerde ne olucak :)

Hepsi yakın arkadaş gelmede diyemiyoruz. Bu tarz alicengiz oyunlarına başvurma durumunda kaldık =/

22 Mayıs 2009 Cuma

Aşk Çokgenleri.

Aşk... Nedir aşk? Sevginin saplantılı dışa vurumumu? Gözlerinin ondan başka hiç bir şeyi görmemesi mi? Hiç bitmeyeceğini düşünüp sonuna kadar körü körüne bağlı kalmak mı? Yoksa imkansız olduğunu bile bile eksik olan şeyleri katarak kurtarmaya çalışıp mücadele etmek mi?

Eksik olan bir şey? Her ilişkide vardır. Peki ya bu eksik olan başka biriyse? Kararsızlık...

Bir insan aynı anda birden fazla kişiye aşık olabilir mi? Hadi canım olamaz dediğinizi duyar gibiyim... Ya olursa? Bu aşk değildir dersiniz o zamanda. Kararsızlıktır...

Biraz derine inip bakınca neden olmasın ki? Her şey sadece biraz ince düşünmede yatıyor. Nedir ince düşünmek? İnce düşüne düşüne aşkı da incelttik, anlamsızlaştırdık. Şimdi buna üçgenler dörtgenler taksak ne olur ki? Aşk her zaman iki kişi arasında mı olur? Sevgi güzel bir duygu, sevmek... Neden sevginin tamamını bir kişide fokuslayasın ki? Paylaşın sevginizi, sevin herkesi...

Mide bulandırıcı değil mi? Düz mantık bakınca öyle. Sevdiğim kişi sadece beni sevsin bu hayatta, benden başkası olmasın diye bakarız. Ama karşımıza daha farklı biri çıkınca aynı hoşgörüyü göstermeyiz. Soğuruz ve bitmez denilen aşkımızı bir kenara bırakırız. Heyecan vermez bize bu ilişki. İnsanız neticede. Gözümüze daha farklı gelen birini görünce elimizdekini bi çırpıda satabiliriz. Her zaman için bizim olmayan daha çok dikkat çekmez mi? "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş bile demiş atalarımız." :) Aslında bu olay tam olarak böyle değil... Yani şöyle ki. Kimse kimseyle aynı değil. Hepimizin eksiklikleri var. Mükemmel olan kimse yok. Elimizde olan eksiklikleri başkalarında aradığımız için hep çokgenlerin diğer parçaları ilgimizi çekmiştir ve karar verme vaktidir. Ya eskisi ile devam, ya da yenisiyle yeni bir başlangıç. İşte böyle bir zor dönemeçe gelir insan ve kararsızlıklar yeniden baş gösterir.

Ama unuttuğumuz bir şey var. Eskisi insanda yenisi insan değil mi?

Yani bize yeni yeni heyecanlar yaşatan, hiç tatmadığımız duyguları yaşatan kişinin eksiklikleri yok mu? Elbette var. Belki onun eksiklikleri daha bile fazla. Şeçim yaparsan daha mutsuz olmaz mısın? Ya ilerde daha büyük acılar doğurmaz mı bu olay? Çok karışık gözüküyor ama değil. Gelin bırakın aşkı kumar gibi yaşamayı. Kazanmakta var kaybetmekte mantığını çıkarın üstünüzden. Aşk gibi yüce bir duyguyu alçalttık, bari kendimize ve başkalarına acı çektirmeyelim.

Biz aşık olduğumuzu zannediyoruz sadece. Ama aşk değil. Aşkın doğru bir tanımıda yok. Sevmek var.

Sevmek insani bir duygu... Olmazsa eğer dünya dönmeyi reddeder. Hayat denen o karmaşık düzen olmaz. Sevin. Herkesi sevin. Sevgili gibi, dost gibi, sırdaş gibi. Ama karşınızdakinin insan olduğunu ve eksikleri olduğunu unutmadan sevin. Bu eksiklikler karşınıza çıktığında hayal kırıklığı duymaya hakkınız yok! Hayatınızda çokgenlere yer verin... :)

Ama size bir tavsiye. Türkiye gibi bir ülkede yanlış anlaşılabilir bu yazdıklarım. O yüzden siz siz olun. Karda yürüyün izinizi belli etmeyin... :)

Öptüm canlar. Hepinizi seviyorum ve aşk çokgeninde hepinizin bir kenarı var.

XxX

Seyahatname...

Ebett. Bahar yorgunluğu tatilimizi atmak için ufak bir kaçamak yaptık :D Fazla uzağa değil :) Tekirdağ'a doğru :D Ama yinede yolu uzatabildiğimiz kadar uzattık :) Değdi tabi. Neyse çok fazla uzatmadan aklımda kalanlardan üç beş bir şey yazıyim. :)

İlk olarak bi giriş bölümü lazım di mi :) Ehuehe. Şimdi Bir önceki yazımızda neler olmuştu onu hatırlayalım. :) Birlikte gidiceğimiz arkadaşlarım zaten kendileri 2 gündür Çerkezköy'de idiler. Benim Cumartesi günü ek sertifika dersim olduğu için onlara cumartesi akşam katılıcaktım. Cumartesi günü öğlen 12 gibi dersim bitti. Alt kattaki ismi lazım değile yakalanmadan sessizce yukarı çıktım. Amacım üstümü değiştirip, akşamdan hazırladığım çantalarımı alıp kendimi yollara atmaktı. Ama malesef beceremedim. Kapı çaldı ve hassssiktir dedim. Korktuğum başıma gelmişti.

Kadere boyun eğmiş bir şekilde gidip kapıyı açtım. Öylece bana bakıyordu. "Ee, hmm bende tam çıkıyordum" dememe kalmadan içeri daldı. Kadere boyun eğmiştim zaten. Sadece başımdan nasıl atabilirim onu düşünüyordum. Tabi başımdan atamadım orası ayrı bir konu :D Yaklaşık 1-2 saat takıldık kendileriyle. Kendisini başımdan attığımda saat 2:30 tu. Kaldığım şekilde devam edip evden çıkmaya yeltendim ama terden sırılsıklam olmuştum. Bu kadar beklediler bari bi yarım saat daha beklesinler diyip duşa girdim. Hakkatende yarım saat içine, henüz şaçlarımı kurutamama ragmen yola çıkmıştım. Koştura koştura istasyona gidip tren beklemeye koyuldum. Beşiktaşa geldiğimde saat 17:08 di ve ben otogar servisini 8 dakka ile kaçırmıştım. Bir sonraki Çorlu otobüsü saat 7'deydi. O ara arkadaşlar aradı nerde kaldın gelmiyomusun diye. Saat 7'de otobüs bileti aldığımı duyunca hepsi bi triplere girdi. Takmışlar kafalarına bir an önce gidelim diye. Ulan gece niye gidiyoruz sabah erkenden gitsek olmaz mı? Yok nuh diyolar peygamber demiyorlar. 9 gibi ailemin evine varmıştım. 12 de yola çıkmaya niyetlenip 3 bilemedin 4 saatlik yolu 9 saate gitmek de bir başarıydı tabi. Babamdan arabayı alıcaktım ama babam geç oldu yarın gidersiniz dedi ve arabayı vermedi tabi. Bende onlara durumu anlatana kadar epey bi trip yedim. Ama sonunda ertesi sabahın köründe 6'da onları çerkezköyden alıcağıma söz verince ikna oldular (=.

Ertesi sabah 5:30 da kalkıp arabaya atladığım gibi düştüm Çerkezköy yollarına. Yollar bomboştu. Kendi kendime düşündüm, hangi salak bu vakitte sıcacık yatağından kalkıpta yollara düşer diye? :) Cevabı bulmak pek zor olmadı :P Ben işte. Çerkezköy'de arkadaşımın evine varınca Feyyaz ağanın hala uyuduğunu öğrendim ve yatakta üstüne atlamak suretiyle kaldırdım kendisini. "Deli mi mikti olm seni? Ne işin var bu saatte?" demez mi bide :) Ulan sen demedin mi 6 da gel diye :) Neyse Feyyaz Ağa'yıda uyandırdıktan sonra yeniden düştük yollara. Tutturdular kahvaltı edelim die. Dedim az sabredin ilerde Ördekli Göl var orada edelim kahvaltımızı fantazi olur. Dayanamadılar. Bende Çorlu-Tekirdağ yolunda boş bi buğday tarlasına çektim ve orada kahvaltımızı ettik :) Her yerde dura dura. Fotograf çekile çekile kumbağ ayrımına geldik. Dedim sizi Kumbağ'ıda gezdiriyim ve daldık. Sahilde bi kaç tur attıktan sonra oturduk bi limonata içmeye. Epey beğendiler, yalnız ben yük olmasın diye plaj havlumla terliklerimi yoldan alırım diye yanıma almadım diye Kumbağa epey bi döviz bıraktım :D İçime oturdu ne yalan söliyim :D :D
Sonra Kumbağ yolundan sessiz sakin bir köy yolundan gitme kararı aldım. Fantazi yaşıycaz ya, bütün ilginç yollara saparım affetmem :D Zaten bu fantazi korku filmlerinin ana temasıdır bilirsiniz :)
Issız yolda Feyyaz Ağa'ya araba kullanma öğretme sözüm vardı ve direksiyonu verdim kendisine. Tam fiyasko :) (Aman duymasın :D ) Benim uzun uğraşlarım sonucu brinci vitesteyken stop ettiremediğim arabayı nasıl becerdiyse daha kalkar kalkmaz stop ettirdi. Nasıl yaptı daha anlamış değilim. :) Çünkü öyle bi motor koymuşlar ki 1. Viteste ne kadar sert çekersen çek debriyajdan ayağını kodumun arabası stop etmiyor. Ama becerdi yani onuda. :)
Sonra yeter bu kadar eğitim diyip devam ettik yola. Ördekli göl sözüm olduğundan orayada girdik bi çay içelim diye. Adam çayı çaydanlıkla getirdi koydu önümüze. Eyvallah diyip çayımızı içip yine bol bol fotograf çekildik. Adam bir çaydanlık çay getirdi önümüze ve para almamakta ısrar etti. İşte bu yüzden seviyorum trakya insanını :) Sonra oradan ayrıldıktan sonra dağ yoluna çıktık. Yamaç Paraşütü sahasının üstünden geçtik. İsterdim bende yamaç paraşütü yapmak ama sezon açılmadığı için yetkili bulamadık ve devam ettik tabi. Sıcak artık kendini hissettirmeye başlarken Şarköy'e gelmiştik. Hemen denize attık kendimizi. Su soğuk olur diye tahmin ediyordum ama ısınmıştı. Epey bi süre denizde vakit geçirdikten sonra bi duş alalım diye evin yolunu tuttuk. Ama o da ne? Hamam... :D Erkeklere diye yazıyor üzerinde. Dayanamadık ve hamama girdik. Hayatımda ilk kez hamama gittim. Oradada su savaşı yaparak epey bi eğlendik :D Göbek taşında kese attırırken resim bile çekildik nağberr :P

Eve gittik ve mangal yaptık. Arkadaş tutturdu rakıları toprağın altına gömelim çok güzel soğuyor hem doğal diye. Haydaa :D Mangal ateşi yakarken bizde kazma kürekle epey derin bi kuyu açıp rakıları suları gömdük bakalım soğuycak mı diye :D Sonuç ilginçti. Soğumadı tabi :D Fiyasko :P

Yemek faslınıda bitirdikten sonra bi disco, bar club aramak için tekrar çıktık yola. Sert bi yol barikatından arabayı epey yüksek bi suratle atlattırdım. Kim koyduysa o yola o seti =/ Sert bir şekilde araba altını vurdu ve şağ ön tekerleğin orada bir şey kırıldı. Arabanın önü çöktü ve götü havalandı. Çok pis götüm yusufladı. Talihsizlik ancak bu kadar olabilirdi. Araba halen gidiyordu ama şekli şemali gülünçtü. O saatte açık oto sanayi nereden bulucaz ki? Attık kendimizi yollara oto-sanayi bulmak için. 15-20 kilometre arabanın önü çökmüş şekilde gittim. Hız yapmaya korkuyodum ortalama 40 km hızla gittik. Oto-Sanayiler kapanmıştı tabi. Geri dönmeye büzük yemedi. Sahilde arabada uyuyup erken saatte arabayı halletme kararı aldık. Sahile çektiğimizde benim midemle olan sorunum yeniden baş gösterdi. Sinir stres oldumu aynen mideme vuruyor. Ne yediysem içimdekileri çıkarttım. Midem dayanılmaz derecede ağrı verdi. Arkadaşlarında tatili bozulmasın diye çaktırmadım ama zorla hastaneye götürmeye kalktılar. Gitmedim tabi. Gece boyu sinir stres yaptım. Dalgalara karşı onlar uyurken arabada tek başıma oturup düşünüp sigara içtim. Sabah erkenden oto sanayiye gittik ve adam bir bakışta anladı derdini. Tahmin ettiğim gibi ön takım dağılmamış sadece helezon kırmıştı. Adam yattı arabanın altına iki tane vida çıkardı ve gösterdi. Nereden atlattınız bu arabayı diye. Anlattım olanı. Taş gibi taş bişi olmaz istanbula bile gider bu araba dedi biraz düzeldi moralim. Adam kırılmış yerin kulağını söküp kendisi tornada bi parça yapıp taktı ve 20 dakka içine halletti. Tamirci gözümde o kadar büyüdüki. 600-700 tl lik masraf beklerken ben borcumuz ne kadar sorusuna 25 tl at yeter diyince pazarlık yapmadan verdim parayı ve tatilimize kaldığımız yerden devam ettik :)

Tüy gibi hafiflemiştim şimdi eğlence zamanı diyerekten devam ettik tatilimize. Güzel bi tatil geçirdik sözün kısası. Bazı talihsizliklerde olmasa daha iyi olucaktı ama onlarda işin tuzu biberi değil mi? :)
Çektiğimiz fotograflara

http://www.facebook.com/home.php#/album.php?aid=78901&id=642930348

Bağlantısından ulaşabilirsiniz =) Bahar yorgunluğunu atlattık. Şimdi sırada finaller var. Haydi allah kolaylık versin :D

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bahar Yorgunluğu Tatili...

Evet Bahar yorgunluğu. Ne beter bir şeymiş bu bahar yorgunluğu. Ciddi şekilde hissettiriyor kendini. Kışın bitmesiyle beraber baş gösteren bu hastalık her yerde olduğu gibi biz öğrencilerinde ebesine tersten atlıyor. Bugün üstüste 4 saatlik matematik dersinin 3 saatini uyuyarak geçirdim. Uyandığımda sağ bacağımı, sağ kolumu ve alnımın tam orta noktasını hissetmiyordum uyuşukluktan. :D Sonra arkadaşlarla bu bahar yorgunluğu üzerine baya derin bir tartıştık. Artık hiç bir şey umurumuzda değildi. Tatil planları havada uçuyordu. :) Havaların ısınmasıyla ve de haftasonuna resmi tatil olayının eklenmesiyle herkesin bir planı türedi durdu...

Bizim zaten aylar öncesinden bu hafta için planımız vardı. Ev arkadaşlarımdan biri ve yakın bir arkadaş hep birlikte yazlığa gidicektik. Aylar aylar önce kararlaştırmıştık. Öyle ki her ne olursa olsun bu plana engel olamıyacaktı. Bir takım pürüzler çıkmadı desem yalan olur. Bunlardan ilki stcw krizi oldu. (Standards of Training and Certification of Watchkeepers) Cuma ve Cumartesi gününe eklenen 15 saatlik "Proficiency in Survival Craft and Rescue Boats" dersi herşeyin içine etti.
Bu ders için son grup olduğumuzdan başka bir grupla girme şansımda yok! Yazlığa gidicek olan arkadaşlarım bu derse daha önceden girdikleri için bir sorunları yok. :) Hatta onlar şimdiden gittiler bile. Arkadaşlarımdan biri Adana'ya, diğeri Yalova'ya, Birlikte tatile gidiceğimiz arkadaşta Dayısının yanına doğru yola çıktı. Bide işim yokmuş gibi Cumartesi ders çıkışı alıcam onu. Her neyse tek kaldım evde. Millet ne güzel erkenden Bahar Yorgunluğu Tatiline çıktı. Bende acı vericek bir şekilde tek başıma iki gün üstüste derslerimi bekliyorum. Geçmez bu iki gün.

Ama pozitif düşünmek şart canlar. :) Babamdan arabayı almışım. Dostlarımla birlikte eğlencenin dibine vurmaya gidiyoruz! Akşamüstü yazlığın bahçesinde denize karşı mangalda balıklar cızırdarken rakı. Off... İşte bu düşüncelerle koskoca iki gün geçer mi?

Birde bi ton projem var tamamlamam gereken... Gemi Makineleri dersi için Buzluk Kompresörleri ayrıyeten yine aynı ders için 2 tane proje! (unutuyodum onları az daha :D), Foundation için bir adet assignment, Teknik Resimden iki adet çizim ve eli kulağında bugün mail adresime gelicek autocad ödevi...

Neyse. Ben susuyim en iyisi (= Bari şu projeleri tamamlamaya çalışıyimde onlar çıksın aradan... Belki bu tür işlerle uğraşırssam bu iki gün daha çabuk geçer ha ne dersiniz? =) Hatta belki iyi bir çocuk olursam şirinleri bile görürüm. :P

Bahar Yorgunluğunu Hastalığınızı En Sorunsuz Şekilde Atlatmanızı Temenni Eder. İyi Günler Dilerim... =)

5 Mayıs 2009 Salı

Zaman Kötü...

Evet canlar. Zaman oldukça kötü. Bu devirde hasta bile olmuyacaksın, bunu anladım ben bugün. :) Bir kaç gündür fena halde bi bademcik şişmesi problemi yaşıyordum. Buna bağlı olarak sürekli ateşim falan çıkıyodu en çıkmaması gereken anlarda. Çok sinir bozucu aslında, 2 senedir adam gibi hasta olamıyordum, oldum şimdi rahatladım. :P

Her neyse bugün yine ateşim epey bi fırladı tam dersin ortasında. Planlarım vardı, olmadı. Arkadaşların zoruyla yine o ilaç kokulu okulun revirine gittim. Bu aralar kendisiyle pek fazla samimi olduk (= Rahatsız bir insan olduğum için çok çok ziyaret ediyorum da kendisini :D Geçen sefer elimde olan derin kesikten ötürü. Bu seferde ateşli hastalıktan dolayı. İyi adam hoş adam ama her zaman çözüm olarak çok ağır şeyler öneriyor. Geçen sefer elimde ki bir sıyrık için dikiş önermişti ama ben o hafta sınav haftası olduğu için ve dikişlerden dolayı sağ elimi kullanamayacağım için reddetmiştim. Sonra keşke diktirseydim dedim. Kapanana kadar kaç kere kanadı haddi hesabı yok. Bu seferkinde sadece bademciklerin şişmiş buna bağlı olarakta enfeksiyon kapmıssın ve ateşim çıkmış dedi. Önemli bir işim var acil iyileşmem lazım dedim ve antibiyotik iğne yapmayı önerdi...

Geçen sefer sözünü dinlemediğim için pişman olmuştum. İğne yani nolcak ki? Yapın bari dedim. İlacını enjektörünü serumunu hazırlarken geç uzan dedi. "ha, ne,hö?" diye kaldım tabi :) Bende kolumdan yapıcak sanıyorum saf gibi :D Daha önce bir sürü penisilin ve değişik değişik antibiyotikleri kalçadan yiyen ben bir an masum masum koldan olucağım gibi bi izlenime kapılmıştım :D Okul psikolojisinden olsa gerek. Her neyse diyicek ne var ki. Tıpta utanma olmaz di mi. Her ne kadar okulumuzun revirinde görevli -aslen ürolog olan doktor- bizim ilk yardım derslerimize giren ve her pazartesi sabahları yüzyüze geldiğimiz doktor olsa bile pantolonumu sıyırıp uzanmak durumunda kaldım. :) Ürologtu yani... Daha neler neler görmüştür. :) Benim makatımamı kaldı diye düşünüp kendi kendime bi hallere girdim. :)

"Sıkma kendini azcık yakcak dedi." Sıkmamasımı kalmış ulan! Ben nasıl hallere girdim haberin var mı? :) Her neyse iğnemide oldum. Sen biraz uyu istersen uyandığında kendine gelirsin dedi. O iğneyi yedikten sonra uyuyabileceğimi sanmıyodum ama ben uyumuşum. (: Uyandığımda kendime gayet iyi hissediyordum. Amma... Oturma problemi yaşıyordum canlar :) Gerçekten çok fazla yakıyordu. O halde derse girdim can sıkıntısından ve arkadaşlarımın benle dalga geçmesine müsamaha gösterdim. :)

Herşey aklıma gelirdide bir gün böyle bir olayla karşılaşıcağım hayatta aklıma gelmezdi. :) Hocalara götümüzüde gösterdik... Bakalım daha neler olcak :P

27 Nisan 2009 Pazartesi

Ben X, Y'yi Bulmaya Geldim...

Sınav haftası... Bi yerlerimizden kan geliyor artık ders çalışmaktan. Bünye alışık değil bi kere bu tempoyla ders çalışmaya.

Artık bizde gelenek olan bir olayı icra ediyoruz. Toplanıyoruz bir eve 5-10 kişi ortak olarak ders çalışıyoruz. Bu kadar kişi ders çalışılır mı demeyin. Çalışılıyor valla. Biraz zor oluyor tabi orası ayrı. Ders çalışma değil. O kadar kişinin yeme, içme ve ikamet sorunu. Karargah olarak öğrenci evimiz kullanılmakta. Ders çalışıyoruz yiyoruz içiyoruz şıçıyoruz :) Tabi evin içine. :D Ama egleniyoruz tabi. Ders hakkında bilgili olan zaatler çıkıyorlar ders anlatıyorlar, normalde derste dinlenmeyen konuları pür dikkat dinliyor herkes iyi güzel hoşta, artık zor olmaya başladı be. Eskiden en fazla 5 kişi olurdu. Ama geçen pazar günü evde tamı tamına 10+1 kişiydik. +1 olayıda şu şekilde oluyor. Bizim bölümümüzün dışında bir arkadaş çalıştığımız derslerle alakası olmayan bir konuda gelip bende çalışıcam diye tutturdu :D Sanki gırgır geçiyoruz. :) Ders çalışıyoruz ulan ders! :P

Ciddi anlamda evin kapısı kerhane kapısına döndü artık. Ders çalıştığımızı duyan atlamış gelmiş.

Kapı çaldı. "Kim o" diye soruyorum diyafondan. Karşıdan gelen cevap şu; "Ben x." karşılığında cevap olarakta; "kim, kim?" ve yine aynı densiz ses. "Ben x, y'yi bulmaya geldim." Oldu. Geldinde ne oldu buldun mu bari y'yi diye sorarlar adama. Ebemizi tersten bulduk o oldu işte. :P

Herşeye rağmen güzel gidiyor sınavlar. Allah bozmasın diyerekten ders çalışmaya geri dönüyoruz efem.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Hamdi Abi...

Kimdir nedir uzun uzun tanıtmayacağım Hamdi Abimizi... Bizim evin karşısında ki tekel bayii işte nesini tanıtıcam ki hem.

Yine sıradan bir vize dönemi. Her sınav öncesi olduğu gibi yine ev ana baba günü. Her yerden cins cins insanlar aynı ulvi amaca hizmet. Ders çalışıyoruz canlar.

Yemezsiniz tabi orası ayrı... Her neyse. Ders çalışma faslı bitti goy goy geyik. Ama bir şeyler eksik sanki değil mi? Biz ders çalışma aşkıyla dolmuş taşmış insanları ayakta tutan bir şey. Sigara...

Kimsede sigara yok. Herkes üşeniyor Hamdi Abimizi ziyaret etmeye. Olucak gibi değil kısa çöp çekiyoruz. Yine bir enterasanlıkla karşılasıcam ya, ben garip insan kısa çöpü çekiyorum =/ Dizlerimin altına kadar inen şortumla bu ayazda dışarı çıkıp sigara alıcam. Ev arkadaşım bari sütte al içelim diyor. (Fazla uzak değil üşeniyorum şimdi uzun bir şeyler giymeye.) Üstüme bir mont alıp düşüyorum yollara. Hamdi Abim kapının girişine yaslanmış sigarasını tellendirirken dükkandan elinde bira şişelerinin olduğu poşetleriyle çıkan gençlerin arkasından bakıyor. Ben giriyorum dükkandan içeri. Sütlerin olduğu dolaptan kutu sütü alıyorum ve kasaya gidiyorum. Kasanın arkasında gani gani sigaralar bana bakıyor... Hamdi abi de tezgahın üzerine bıraktığım kutu sütü kesip hayırdır genç sizler "aslan sütü"nden aşşağısını içmessiniz vari bakışlarla karşılık veriyor. "Bir de kısa marlbora Hamdi Abi" diyorum. "Kısa Marlborayı anladıkta, bu süt neyin nesi?" diyor. Şort üstü montla nasılda küçük kardeşi gecenin bi köründe sütsüz kalmış imajı çiziyorum değil mi canlar? Gülüyorum sadece. "Kapınızın önünde sahipsiz çocuk mu buldunuz, acırım o çocuğa bi kaç gün süt verirsiniz yavaş yavaş Yeni Rakı'ya başlatırsınız siz o veleti" diyor... Nasılda espritüel değil mi? Çok düşündümü acaba Kemal Sunal filmlerine konu olucak senaryoyu. Açıkçası fazla kafamı yormadım...

Ulan öğrenciyiz tamamda nedir bu ön yargı. Hergün alemmi yapıyoruz? Hergün içkinin dibinemi vuruyoruz. Tamam boş bira şişelerini bermuda şeytan üçgeni şeklinde tezgahın üstüne dizmiş olabiliriz. Tamam mutfaga hafif beklemiş arpa suyu kokusundan girilmiyo olabilirde hiç mi karnımız ağrıyo ve dolayısıyla süt içme ihtiyacı içinde olmayabiliriz? Ben bunu anlamıyorum. Ne sorguluyosun bizi Hamdi Abi? Ver sütümü sigaramı al paranı... İlişkimiz sadece bu boyutta kalsın. Eğer içinde bir yerlerde her durumda ve şartta espri yapıcak bi insan varsa Tekel Bayii yerine gidip Cem Yılmaz olsaydın?

Her neyse. Saygılarımı Sunuyorum Hamdi Abi...

24 Nisan 2009 Cuma

Etkinin Tepkisi...

Doğada her etkinin bir de buna tepkisi var di mi? Valla bize yılarca böyle anlattılar böyle öğrettiler eğer yoksa hepsinden şikayetçiyim ben. Bu hayattan şikayetçiyim ama neyse, konu bu değil :)

Bu hayatta her etkinin bir tepkisi varda Uyumanın tepkisi yok mu? Var tabi rüyalar. En son gördüğüm rüyalarımı anlatıcam burada şimdi sıkı durun :)

Öncelikle kullandığım bazı tip ilaçlardan ötürü baya uzun bir süre rüya görmediğimi. Yani rüya görüyordum ama hatırlamıyordum rüyalarımı. İlacı kullanmıyorum bir kaç gündür ve tepkilenmeye tekrar başladım. :) Hayal gücüm baya geniş sanırım kime anlattıysam bunu dedi bana. (:

Her neyse. Bundan iki gün evvel bir rüya gördüm :) Sanıyorum ki gizli ajandım ben. Siyah bir minibüsün içinde oturuyorduk ve şöför koltuğunda tam bir şuçlu profiline uyan bir adam. Sanırım onu izliyordum ben. Şöför bir tekel bayini önünde durdu ve sigara almak için indi. Ajanlık içgüdülerim hemen arabayı alıp kaçırmamı söylüyordu. Yeterdi artık bu kadar kimliğimi gizlemek. Hemen direksiyona geçtim ve sürdüm ileri. Derken bi araç geldi benim aracıma çarptı. Sonra bir tane bir tane daha ve başka bir araç daha. İndim araçtan. Bana çarpanlarda rakip firmanın ajanlarıydı :) (Ne bu be Mr and Mrs. Smith gibi :D) Beni araçtan inmem üzerine tanıdığım bir velet :) arkadaşım koluma kelepçe takıyor. Bende yanımda ki diğer kişiye takıyorum. Sonra başka birisi benim veledime (: ve benim kelepçelediğim adamda öbürüne. Resmen bir saadet zinciri oluşturduk farkındayım. Ben benim bacaksızıma beni yakalattın der gibi nefretle bakıyorum. O da sanki bana ben işimi yaptım der gibi bakıyor. Aramızda ki iletişim o kadar güçlü ki artık, bakışlarla anlaşıyoruz :D

Böyleydi işte bir tanesi. Diğerinide bugün gördüm.

Otistik bir çocuktum ben. (A) Bir odada oturuyordum ve bilgisayar oyunu oynuyordum. İlginç bir bilgisayar oyunuydu. Bilgisayardan gerçek bir uçağı kontrol edip arkadaşların nükleer santralini yok ediyordum. F8'e basınca uçağım robota dönüşüp bomba falan atıyordu tabi. :P Her neyse ben tam uçağımla oynarken odaya siyahlar içinde bir hatun daldı. Benim doktoroummuş sanırım. Benden yazdığım yazılarımı, şiirlerimi, çizdiğim resimleri, günlüklerimi ve bende hatırası olan herşeyi istiyordu. Benim ne günlüklerim vardı ne de şiirlerim. Nasıl açıklıycaktım bunu...

Tam bunları düşünürken telefonum çaldı ve bir kabustan kurtuldum. :)

Şaçma olabilir ama beğenin diye yazmadım bunları buraya zaten. Sadece bir kenarda dursun gibi bir amacım var (=

Haydin selametle. Tatlı rüyalar görün e mi canlar =)

İsyanım Var Uleyn!

İstanbul. Yaşadığım büyüdüğüm şehir. Severim sayarım, yeri bende bambaşkadır.

Amaaa.

22 Nisan günü nefret ettiğim şehirdir kendisi.

Yagmurlu bir gündü zaten. Severim normalde yagmuru ama soğuk. Ah o soğuk olmasaydı daha iyi değilmiydi?

Okulda parmağını bir kaza sonucu kesmiş ol. Revire git o saatte hemşireyi ara te allam yareppim. Hemşire yerine First Aid dersine giren ürolog doktoru bul. Ufacık kesiğe dikiş atalım diye tutturmasını bertaraf et. "Ulan sınavım var benim ebesinin hedesi gibi. En son isteyeceğim şey sağ elime aptal bi kesik yüzünden dikiş atılması olurdu!" Bi pansuman yeter diyip çıktıktan sonra elim sargılı şekilde daha kapıdan dışarı çıkmadan ağzıma bi sigara koyup cebimde çakmak aranırken karşıdan gelen birinin bana baktığını farkettim. Umurumda değildi tabi o kadar sinirin üstüne. Karşıdan gelen Matthew Nazmi. Yüzünde bi tebessümle yanıma gelip "Ne olmak eline?" demesi benim ağzımda sigarayla konuşamam falan.

Eve git ve bir anda baya uzun süredir ailemi görememiş olmanın verdiği şevkle. "Ulan nasılsa perşembe cuma ki derslerde iptal" Neden gitmiyim ki diye düşündüm ve düştüm yollara.

Daha aksilik İstanbul'un en başından yakaladı beni. Otobüs tam İçmeler durağına gelmişti ki "DANN!" Arkadan gümbürttüler otobüse. O otobüs gitmez tabi bir daha indik aşşağı arkadan gelen otobüsü beklemeye başladık. Derken o da ne? Okuldan bir arkadaş. Muhabbet edilcek gibi değil sıkıcı boğucu böhk. Mecbur selam vermek zorunda kaldım. Vermez olaydım. Arkadan gelen otobüsede birlikte bindik ve yanyana oturduk. Mecidiyeköye gidiyormuş. Bitmesi imkansız bir 2 saatlik yolculuk! Birde bunların üstüne Maltepeden başlıyarak etkisini baya bi gösteren meşhur İstanbul Trafiği. Ne olmuş yani 23 Nisan Arifesiyse? Ne olmuş tatil varsa. İlla bir yerlere mi gitmeniz gerekir Eyy, İstanbul Halkı?
Saat 8:30 oldu ve en son otobüs 9 da olduğu için ben gardım düşmüş bir halde vazgeçtim otagara gitmekten. Boğaz köprüsünde indim ve babannemi bi ziyarete gidiyim ertesi gün kaçarım ailemin yanına diye düşündüm.

Boğaz köprüsü durağından Beylerbeyine o soğukta yürümek tam bir kabustu. Durağa geldim ve otobüsü bekledim. Sıkış tıkış bir otobüs geldi ve bindim. Herşey yoluna geldi diye düşünüyordum. Hatta bu kadar aksiliğin üstüne daha fazla aksilik olmaz diyordum. Bir kez daha yanıldım.

Beylerbeyinden yukarı döndü ve o da ne yine durdu otobüs. Ters yönden gelen arabanın şöförü konuşuyor. "Abi hiç çıkma yukarıda ölümlü kaza var çok fena dönemezsinde geriye" Peşinden ambulanslar geldi. Ana baba günü. Yukarıya çıkan başka bir yol yok mecbur otobüs yolun açılmasını bekliycek. Mecbur herkes indi. Başka bir yol denemek için. Bende tekrar geri yürüdüm Beylerbeyine. Sigaram bitmişti. Bi sigara alıyim diye düşündüm ama o gün bende bir şey vardı ya Tekel Bayi doludur Beylerbeyi tek bir tane bulamadım elimin altında. Uzakta buldum bi tane ve durağa yürüyüp babannemin evine daha uzaktan ama açık yoldan giden otobüse bindim. Otobüs boştu nispeten. Tam iniceğim durağa gelmiştim ki bir bayan benim omzuma dokundu ve elimin kanadığını söyledi. Elime baktığıma yaralı olan yerden sargıların üstünden kanıyordu ve montum kan revan içinde kalmıştı. Elime baktıkça hay lanet bir bu eksikti dedim. Sargıyı söktümve yarayı sildim. O saatte nereden ne bulucaktım? Gittim açık bi büfeye ve yara bandı sordum. Yeni bitti dedi. Hay aq dedim. Bir Markete gittim. Yara bandı var mı dedim. Var dedi ve başka bir şeyle ilgilenmeye başladı ipnenin evladı. Küçük bir kıza babasıyla ilgili bitmek bilmez geyikler yapıp duruyor. Bende orada için için kanıyorum. İşi bitince tekrar baktı yüzüme ne istiyorsun der gibi. Dedim yara bandı sordum size vericek misiniz? Haa yaptı 50 kuruş dedi ve verdi. Attım yüzüne parasını. bide çikolata aldım niye aldığımı bilmeden. Yaranın üstünü silip kabuk açılmıycak şekilde bantladım ve kanama durdu. İyi bir iş yaptığımı düşündüm ve babannemin evine gittim ve son bomba eve gittiğimde ev kapı duvar. Evde kimse yok. Her zaman evde olan kadın yok. Anahtar vardı ve girdim. Erkenden yatıp uyumuşum. Hayatımın en kötü günüydü belkide. Bana böyle kötü bir gün yaşattığı için kendilerine sevgilerini sunuyorum. Ey gözünü sevdiğimin İstanbul'u!

Save Our Souls

Deneme maksatlı sadece takılmak için katıldığım bloguma hoşgeldiniz :) Herhangi bir profesyonellik için falan burada değilim sadece eğlenicem :P

Blog adı niye böyle derseniz valla bende bilmiyorum öle karizmatik bi cevabı yok. Yada dur var evet :D Bu kirli dünyadan ruhlarımızı kurtarmak için öyle o. Yazdıkça ruhlarımızı kurtarıcam :D En başından beri böyleydi zaten canım. :)

Hadi yazmaya başlıyim ben bir şeyler ve kurtaralım ruhlarımızı :)